Yeterince sıcak depoladınız mı? Kavrulmanın kaçınılmaz olduğu günlerde,
alınabilecek en fazla ısıyı aldınız mı? Fazla geçmeden, o cehennem havalarını
unutturacak sinyaller belirdi. Evet, yağmur koşarak imdatlara yetişti. Taze
nefes gibi, yıkar paklar gibi, ferahlığın habercisi gibi… En çok da, hiçbir
şeyin sonsuza dek sürmeyeceğini hatırlatır gibi…
Derdi veren Allah dermanı da verirmiş… Yağmur, bunun en gerçek kanıtı
olarak yayıldı üzerimize… Şıkır şıkır sesi müjde verircesine duyulurken, tüm
gücüyle camlara deli gibi vurdu. ‘Alın size serinlik’ der gibi… Kışın sevilmeyen
gri bulutların, yaz ortasında sevinç ile karşılanması, büyük anlam taşıyor.
ŞİMDİ SEVMEDİĞİNİZ ŞEYE BİR GÜN MUHTAÇ KALABİLİRSİNİZ…
Öğrenemediğimiz şey, her şeyin zamanında güzel olduğu… Zor olanın bile...
Bahar aylarında, özellikle de nisanın sonlarına doğru bir heves, bir
sabırsızlık kaplamıştı yerinde duramayanları… Tutturmuşlardı yaz gelsin de yaz
gelsin. Kumlarda yatalım, yüzelim, gezelim, eğlenelim… Oysa dünyanın her
yerinde yok dört mevsimi yaşamanın şansı ve güzelliği… Harcandı güzelim bahar
günleri…
Sonra ne oldu? Beklenen yaz geldi çattı… Gerçekten de çattı bu sefer!
Öncekilerden pek bir farklı, çok daha bir sıcak… Yakıcı, kavurucu, öldürücü
sıcak… Bu sefer de başladı şikâyetler…
“Dayanamıyoruz bitsin sıcak!”
“Kışın soğuk günlerine hasret
kaldık!”
“Yapış yapış olduk nemden!”
“Bir daha yaz gelsin diyeni döveriz
ederiz!”
“Nolur şu iki ay geçsin başka bir
şey istemem!”
Hep bir şeylerin geçmesi ya da gelmesi bekleniyor. Yazık ki insanoğlu
azıcık nankör…
Oysa çok daha farklı düşünceler hâkim olabilirdi, önce beyinlere, sonra
bedenlere, en sonunda da yaşam kalitesine…
Çölün ortasında değildik. Suyumuz vardı, hem içecek hem de yıkanacak… Soğutucularımız
vardı; evde, işte, arabada, dahası tüm kapalı mekânlarda… Klimalar ve
buzdolapları mesaiye ara bile veremedi bizim gibi… Yüzerek serinleyecek denizimiz,
havuzumuz vardı… Gidebileceğimiz tatil yerleri ve tatil planlarımız vardı… Savaşta
değildik, kimi hastalar gibi ölüm döşeğinde değildik... Hastanede değildik.
İnşaatlarda değildik… Güneşin altında çalışmak ya da yaşamak zorunda değildik…
Evet kabul, bu sene yaz çok sıcaktı… Ortalamaların dışına fırlamış, yakıp
kavurmuş ve bezdirecek kadar ileriye gitmişti… Ama çekilmez değildi. Sıcağın
eşliğinde de olsa çok büyük şanslarımız ve çok önemli yardımcılarımız vardı.
ŞÜKRETMEDİK…
Küresel ısınmanın etkilerini her yıl belki biraz daha fazla hissedeceğiz
ve gelecek yıl yaz belki çok daha sıcak geçecek…
Elimizde olan hiçbir şeye şükretmedik… Hep şikâyet ettik, neden?
Çünkü biz çok doyumsuzuz ve her zaman elimizde olmayanı istiyoruz. İşte
özü saptırılmamış inanç sistemi bu durumlarda devreye girmeliydi. Aklımızın
derininde ve yüreğimizin bir yerinde bilmeliydik ki her şey bir yere kadar, biz
gerekeni öğrenene kadar hayatımızda olacak. Yoksa öyle göstermelik ibadetlerle
kimseye fayda sağlamak mümkün değildi…
Kimseden duymadım bu yaz, “çok
şükür ki ……. var” diye. Çünkü biz şikâyetlerle
beslenmeye alışmışız.
Sonuçta ne oldu? Havanın kısa bir süre sonra soğuyacağını hatırladık.
Süslüler başladı, “ayyyy yaz bitiyo
yaaaa, çok sıkıcı kış gelmese, Bodrum’a bir kaç kere daha gitseydik! Biraz daha
yansaydım nerden çıktı bu bulutlar yaaaa”
Geçti gitti işte ya da bitmek üzere… Ne oldu mızmızlandığınızla kaldınız
mı? Kaldınız…
Biraz “an”ı yaşamak, biraz günü yaşamak eşittir “yaşanmış bir ömür”.
Mezara girmeden önce, elinizde bundan olsun istemez miydiniz?
Emin olun bir gün hepsi bitecek. Sıcaklar da soğuklar da…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder