Bizi üzenler, zorlayanlar en büyük öğretmenlerimizmiş. Valla ben kişisel
gelişim kitaplarının yalancısıyım. Yalnız, öldürmeyen acının kuvvetlendirdiğine
inanıyorum çok uzun zamandır. Buna kalıbımı basarım. Sürekli büyütmek, gece
gündüz demeden öğretmek, ders çıkarmayı dayatmak gibi emelleri olan şu hayatı
anlamadım gitti… Burada bir şeylere hazırlanıyoruz da, esas hayat başka yerde
ve başka bir zamanda mı başlayacak?
Hocam Allahın aşkına, bu öğrencilik ne zaman bitecek?
Bugünlerde beklenmez ayrılık rüzgârları esti. Paraya diz çökenlere meydan
okuyan yürekli adamların bu ülkede nasıl harcandığını yeniden görmek çok
üzücüydü. Gözyaşlarıyla yıkanırken alıştığımız mekânlar, para saymaya doymayanların
planlarının kurbanları olduk.
Sevenler ve sevilenler olarak.
Değer verenler ve değer verilenler olarak.
Doğruyu söyleyip dokuz köyden kovulanlar olarak.
Bir köyden daha kovulmanın yarattığı derin duyguların içinde boğulmak
üzereydik ne yazık ki…
Uzun saçlarını atkuyruğu yapan uzun boylu ruhsuz adam, senin yıkıp
döktüğün yürekleri topladık biz, biliyor musun?
Özür dilerim, sana “adam” diye
seslendiğim için.
Adam kiiiim, sen kim?
Sen patronuna şişirilmiş raporlar sunarak başta onun egosunu ve
yığınlanmış malını mülkünü artırmaya devam et. Sen de onun malı olmuşsun zaten.
“Efendim, birkaç değişiklik yaptık;
ufak bazı kayıplarımız oldu ama müşteri sayımız her geçen gün artıyor. Bir
sıkıntımız yok…”
“Aferin.”
Siz busunuz işte. Bu kısa diyalogdan ibaret satılmış, şerefsiz üçkâğıtçılar.
Kaç kişiyi sömürdüğünüz, kimlerin hayatını kararttığınız, yüzsüzlüğünüzle
pişkince yaptığınız konuşmalar yanınıza kâr mı kaldı sanıyorsunuz?
Ben size bir şey söyleyeyim, biz azınlık olsak da hâlâ bu dünyada
yaşıyoruz: SİZİNKİYLE AYNI YERDE.
Geçmişler olsun size…
Haram parayı rahatlık içinde yemek nasip olmaz sizin gibilere…
Biz bu hafta çok ağladık, yıprandık, şaşkınlıktan donakaldık. Ama her
kötünün yaptığı gibi, bize bir iyilik yaptınız. Bizim kenetlenmemizi
sağladınız. İmajınızın çizilmesine engel olamadığınız gibi, bizi daha da fazla uyandırdınız.
Sevgi bağlarımız kuvvetlendi…
Kalp kırabilirsiniz, hakaret edebilir, iftira atabilir, görmezden
gelebilirsiniz. İşinize yaramayanları kolayca ve sebepsiz yere şutladığınızı
düşünebilirsiniz.
Ama tekmeyi vurduğunuz o adamlarda koca birer yürek var ya, işte sizde
ondan yok.
Kaybettiniz bu oyunu.
Hedef “para kazanmak” değildi çünkü. “İnsan olmak”tı dersimiz. Yani
inancımız, kitabımız bize bunu söyler, kalıbımız bu amaca uygundur.
Aaa pardon sizin tek hükmedeniniz PARAydı değil mi?
Yazık…
Biz bir karar verdik. POZİTİF olacağız, yaralarımızı sarıp hayata sıkı
sıkı sarılacağız ve yine DOĞRU işler yapacağız DÜZGÜN karakterlerimizle.
Görünürdeki ayrılık, iyiye güzele doğru gidişimizi pekiştirmeye yaradı. Siz
vurdukça biz daha sıkı sarıldık birbirimize...
Birbirimizi severek başlamıştık bu işe, güvenerek ve destekleyerek devam
edeceğiz.
Yeniden başlamayı, dimdik ayakta durmayı, doğru bildiğimizi savunmayı…
O yürekli adamlardan birinin sözü kulaklarımızda çınlayacak hep;
“Açlıktan ölsem yine de o bataklığa
dönmem!”
Bataklık, onu yaratanları yutacak bir gün zaten…
Öldürmeyen acı güçlendiriyor işte böyle… Acıtarak ama hayata daha sıkı
bağlayarak…
Benzer düşünceler içinde olanlarınızdan bir ricam var. Şu çamurdan
geçilmeyen düzenin içinde, iyi bir şey yapan bir insan tanırsanız, sımsıkı
tutun onu bırakmayın. Takdir edin, destek olun. Küçük adımlarını birlikte
büyütün. Öyle değerli ki… Hatta elimizdeki tek avantaj budur.
Bırakmayın düzgün işler yapan insanları…
Tek ilacımız budur…
-
Bu sabah günü kucaklayarak başlamaya karar verdim. Biz yolumuza kalan
sağlarla devam edip daha iyisini yapacağız dedim. Yine çıktı mavi gözlü güzel
kadın; iyilik vermek için öfkeden arınmamız gerektiğini hatırlattı… Baş
meleğimiz gibiydi… Dinledim onu…
Sırayla hepimizin yüzü gülmeye başladı.
Bugün yeniden başlıyoruz hayata… Şerefsizlerin yüzünden vazgeçmek yok…
-
Market alışverişinden sonra kasada bekliyordum. Beş yaşlarında bir kız
çocuğuyla büyükannesi arkamdalardı. Ben ödememi yaparken, bir elinde oyuncak
bebeğini tutan küçük kız, diğer eline bir sabun paketini alıp alışveriş
sepetlerine koyuverdi. Büyük annesi bunu gereksiz bulmuş olmalıydı.
“Kızııım sabunumuz var ama…”
Torunu hiç istifini bozmuyordu. Anlaşılan yaptığı hareketin arkasındaydı.
Büyükanne onun seçimine anlam veremedi bir türlü ama sabunu geri de koyamadı.
Sevgiyle onları izliyorum. Sonunda dayanamadım.
“Torununuz çok temiz bir küçük
hanım bence”
Büyük anne şaşkın… Bir anda sevince boğuluyor… Bir torununa bakıyor bir de bana…
“Ah yavruuum, yüzün gibi söylediğin
cümle de ne kadar güzel…” dedikten sonra torununa sesleniyor, “bak abla sana ne güzel bir şey söyledi…”
Büyük annenin rahatlayışıyla nasıl bir mutluluk kaplıyor içimi. Kadıncağız
hiç bu yönden düşünmemişti. Şimdi seve seve alacak o sabun paketini…
Poşetlerimi alıp çıkmak üzereyken ona iyi günler diliyorum. Teşekkür
üstüne teşekkür ediyor. Bir anda bakış açısı değişiverdi. Üçümüz de mutluyuz;
küçük kız, büyük anne ve ben…
“Böyle düşünmek lazım” diyorum
gülümseyerek. Yaşlı kadın hâlâ biraz şaşkın, biraz hayranlıkla, en çok da rahatlamış
haliyle dualar yağdırıyor arkamdan… Yüreğinde kelebekler uçuşuyor sanki…
İnanın ki günümün en güzel saatleriydi…
İyi bir şey söyleyin.
İyi bir şey yapın.
İyi bir şey düşünün.
Ve iyi bir şey bulunca sıkı sıkı sarılıp hiç bırakmayın şu kahpe dünyada…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder