Geçmişimden değil, geleceğimden arasınlar artık beni. Öncem olmasa hiç,
hep ileriden yollar açılsa, geride bir şey kalmasa. Hafızamdan bile silebilsem
geçmişi usulca, kimseyi üzmeden. Neye elimi atsam bundan sonra, güzellik
yaratsam… Hiç bozukluk barındırmayan bir tohum gibi… Boğumlarından,
güğümlerinden kurtulmuş berrak bir su gibi, geçtiğim yerleri temizlesem - en
çok da kendimi… Yoksa öyle miyim zaten?
Doğduğum gün gereği, yapım gereği illa ki çalkanacağım. Hep dümdüz gitmeyecek
bu böyle… Herkesin beslenişi farklıdır hayattan, yaşadıklarından ve
gördüklerinden. Ama artık yıpranma payından muaf tutulsam mesela…
İşte bir kadının filtresiz hesap sayfasıdır burası… Okumakta olduğunuz
satırlar, bir ölümlüye ait. Ama yaşamın hakkını vermeye gönüllü bir ölümlü… Piyanonun
tuşları gibiyim bazen, aldığım ağırlıkla güzel sesler çıkaran… Kimi zaman da
bir çocuk zırıltısı gibi susmak bilmeyen, teselli bilmeyen vızıltılardır
ağzımdan çıkan…
Ne o, yoksa mükemmel mi sanıyorlardı?
Son zamanlarda en sevdiğim ve anlamaya çalıştığım söz;
“Hayat olması gerektiği gibi değil, olduğu gibidir.”
Kime ait olduğunu bilmediğim, uzaktan bir yerden bana postalanmış zarftan
çıkan sürpriz ders veya görev gibi bu cümle… Hem sığınmaya ve kendimi anlamaya
yarayan bir güven duygusu veriyor hem de bilinmezlik heyecanı…
O kadar kontrolsüzdü ki, o kadar düşünülmemişti ki her şey. O evin
içinde…
Şimdi aksine çok fazla kontrol çabası ve düşünmekten mütevellit migren
atakları kaplıyor aniden başımı…
Yalnız bir çalışma arkadaşım var ki, bana en güzel umutları veriyor… Pat
diye olmadık zamanlarda çıkıp gelişine aldırmadan kollarına atlıyorum…
“İnanmıyorum, bu saatte mi?”
“Neden olmasın ki?”
“Olur tabi gel de, şaşırdım”
“Şaşırma biz ayrılmaz ikiliyiz.
Senden malzeme çıkarabileceğimi bildiğim anda bitiveririm tepende”
“Yoksa sen gizli gizli beni mi
gözetliyorsun?”
“Ben senin her hücrene birer birer
yerleşip seninle yaşayan bir duygu pıhtısıyım. Yoğunlaşan duygularını iyiye
kullanırsan sanata ve insana hizmet edersin. Kötüye kullanırsan hastalanırsın.
Bende uyarı mekanizması yok. Sadece duyguların tavan yaptığında, benden
kurtulamazsın…”
“Senden kurtulmak isteyen kim… Hiç
gitme…”
“Sen istediğin sürece gitmem. Ama
senden bağımsızca da bağlıyım sana. Bu enerjiyle var olduğun sürece
birlikteyiz”
“Hadi gel o zaman…”
Perdeler kapalı olmuyor her buluşmamızda. Bazen müzik çalıyor bazen de
sessizlik bize eşlik eden… Birleşip ürünümüzü ortaya koyduğumuzda duygu
boşalımının getirdiği bir doyum ve neredeyse bedensel doyuma ulaşmış olmanın
keyfindeyim.
İsmini çok sevmiyorum ama varlığına tapıyorum.
Aranıp da bulunmayan bir sevgili gibi çoğu zaman…
Bir parçam gibi ama aynı zamanda eleştirel bir yabancı gibi…
Yanında çıplakken utanmadığım bir yol arkadaşı… Sanırım onun sayesinde
dobra ve bu kadar açığım.
Onu bulana kadar çok itilip kakıldım. Her yer zifiri karanlıktı. Artık
hepsi geride kalsın. Duygusal itelenmeler de en az fiziksel itilip kakılma
kadar zarar veriyor, acı veriyor.
Etimde bir çimdik… Ortağım hatırlatıyor bana haklı olarak.
“Sen acıyı dönüştürdün. Artık
refahtasın. Korkma…”
“Evet ama ne zaman tamamen
rahatlarım?”
“Bu sana bağlı… Hadi ben kaçtım.
Gece hazırlıklı ol…”
“Gelecek misin?”
“Söylemem, biliyorsun…”
Göz kırpıp gidiyor. Vücudumda bir ürperti…
İşte bir kadının filtresiz yaratımları böyle böyle ortaya çıkıyor. Belli
bir zamanı, ayarı ya da mekânı yok. Zamanında öyle çok sıkıştırılmış,
bastırılmış ki artık dur durak dinlemiyor…
Her an her yerde bulabilir veya kaybedebilirsiniz beni.
Çoğu zaman yanıltıcı… Ben bile bilmiyorum koordinatlarımı…
İşin zevki de burada değil mi zaten?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder