23 Mayıs 2014 Cuma

CELLÂDINA ÂŞIK

Eskileri uğurlamak o kadar da kolay olmuyor. Ne kadar acı verse de vazgeçmek istemiyoruz alışkanlıklarımızdan, alıştıklarımızdan. Her gün canından bir parçayı koparıp alsa bile, iş yolları ayırmaya gelince daha çok can yakıyor. Kanser gibi… Kanserli hücre zarar da verse, benim parçam olmuş, bana yapışmış diyoruz. Sımsıkı sarılıp bırakmıyoruz, bizi yavaş yavaş öldüren şeyleri ya da insanları… Çünkü belirsizlik her zaman daha korkutucu…
Elden giden özgürlük de olsa, rahat da olsa, söz hakkı da olsa, cellâdına âşık olmuş bir neslin çocuklarıyız sanki. Çözümden uzak, şikâyete yakın duran; hiçbir zaman cesaret edip “ben yenisini istiyorum” diyemeyenler var aramızda. Konforundan ayrılmakla özgür olmak arasındaki ikilemde boğulmaya devam o zaman…
Bir yıl önce, Redhack canlı yayında etkileyici sesi ve konuşmasıyla hepimizi büyülerken, lafta kolay uygulamada zor bir şey istemişti.
“Çıkın sokaklara ve özgürlüğünüzü almadan da sevdiğinizin koynuna girmeyin” demişti…
Dile kolay be Redhack kardeşim…
Her şey elden gitmiş, ortalık pisliğe batmışken keyif, zevk, sefa düşünülemez diyorsun. Kendince haklısın belki. Ama şunun şurasında üç günlük dünyada sevdiğimizin koynuna girecek ne kadar vaktimiz var ki?
Konuşmanı dinleyip sesinden büyülenen, sana talip olan kızlar belirmişti o gün. Ne kadar esrarengiz ve güçlü karakterde bir adamdın ki, cinsiyetin ötesinde ulvi bir amaca âşık olmuştun sen. Bir kadını- hem de sevebileceğin bir kadını bile, hayatının amacına değişmiyordun.
Çok düşündüm ben senin bu dediğini… Uğrunda ölünecek tek aşk varsa, “özgürlük aşkı” olmalıydı sana göre…
Biz kadınlar kanserli hücrelerimizi ve hatta bizi kanser edenleri sevmekten vazgeçmeyiz bir türlü. Hep affeder, yeni şanslar verir, üzülmekten harap olur yine de umudu kesmeyiz emek verdiklerimizden.
Biz aşka teslim olmuş, aşka yenik düşmüş, “aşktan ölmek” ile “aşk sayesinde hayata tutunmak” arasında mekik dokumuş, aşkla var olmuş bir enerji katmanıyız. Gel-gitlerimiz, öfkelerimiz, çileden çıkaran nöbetlerimiz, inandığımıza dünyayı verseler değişmeyecek şekilde sarılışımız bu yüzden.
En büyük aşkımızın, geçmişten bizleri izleyen bir çift mavi göze olduğu tartışma götürmez. Kahramanlık severiz çünkü. Bir ömrü, bir ülke kurtarmaya adamış, hemcinsini ikinci plana atacak kadar amacına sarılmış adamları severiz.
Bizim türde ise, daha çok aşk acısının getirdiği hırs ile büyük işler başarmış kişiler vardır. Bir kadın eğer çok başarılı ise, kalbine bir bakmak lazım. Orada mutlaka tamir etmeyi beceremediği bir yara yerleşmiştir. Onu temizlemeden, gerekirse bastırarak, ama asla vazgeçmeden hayattaki diğer hedeflerine yönelmiştir. Bu yüzden, milletimizin kurtuluşu bir kadının elinden olacaksa, o aşk acısı taşıyan bir kadın olacaktır.
Kadınların kahramanlığı erkeklerinkinden başkadır.
Kadınların kahramanlığı, âşık olduğu erkeğin önceliğine adanmıştır. Kişisel gelişim kitapları, ilişki terapistleri hep bunu değiştirmemizi söyler. “Kendinizden vazgeçmeyin, kendinize değer verirseniz adam size hayran olur” falan der. Palavra…
Bir kadına doğasından vazgeçmesini söylemeyin bence…
Farklı yaratılmışız…
Kadın, aşk içindir. Kimyası elvermez aksine…
Kadın aşk ile yoğruldukça güzelleşen; âşık olduğuna her şeyini verip de onu bedeninin tüm hücrelerinde hissetmeden rahat edemeyen olağanüstü bir varlık. Her ne kadar bu yaptıkları erkeğin gözünde onu küçültse de, kadın kadınlığını ve tüm varlığını erkeğine sunmaktan vazgeçmeyecektir.
Kadın, erkeğinin gözlerinde aydınlanacaktır. Onun bakışını kimseninkine, onunla yaşayacaklarını hiçbir kadere değişmeyecektir.
Sadakat mi görmek istiyorsunuz? Aşkla yıkanmış bir kadını, dünyanın en işlek yerine koyun. Bütün yakışıklı erkekleri etrafına serpiştirin. Onun gözü çevresindekilerde dolaşarak erkeğine benzeyen bir yüz görmek için çırpınacak; onun özlemiyle içi ezilecek, ona kavuşacağı anın hayaliyle ya da umuduyla sarmalanıp bütün alıcılarını kapatacaktır. Kadın severse, sadakat onun göğsünde saplı bir hançer gibidir.
Sevilmese de kalbinin sahibini muhafaza edecek, hiçbir rahata değişmeyecektir. Erkeğinden gelen zulüm ona kutsal gelir. Erkeği cellât ise, o kurban olmaya razıdır. Boynunu eğer ve damarlarını sunar… Zaten damarlarında gezinip duran adamın kendisi, öldürse ne yazar?
Aşk ile gelen ölüm, mükâfat gibidir.
Kadına hayatın devam ettiğini söyleyin, etraftaki canlı kıpırtılı her şeyi sunun, imkânlarınızı önüne serin, eğer kendine bakmasını istediği gözler uzağındaysa, kadın bitmiştir.
Savunmasızdır,
Çırılçıplaktır,
Aşk karşısında kadın…
Gölgeli aurası, bulutlanmış enerjisi, dalgın bakışları, beklentili hareketleri hep aşkın elinden gelip ardına koymadığı, kadına ardı ardına sıraladığı acılardandır.
Bu yüzden, bir memleket kurtulacaksa, biraz duyguları alınmış, cinsiyetini ikinci plana atabilmiş, hafiften maddeleşmiş birileri –muhtemelen de erkekler tarafından yapılacaktır. Ya da çok büyük aşk acısına bulanmış, kafası çok da yerinde olmayan, ölümü göze almış, kaybedecek bir şeyi kalmadığına inanan bir kadının elinden olabilir…
Aşk kadının adı gibi bildiği bir şey, onu bırakıp da uçsuz bucaksız belirsizliklere kapılır mı? Aşk onu öldürse de, vazgeçemez. Cellâdına âşıktır kadın.
Kadının elinin hamuruyla dalga geçmeyin. Ya yoğura yoğura adam eder bir ecdadı, ya da taşlaştıramadığı kalbinin yerine koyup tüm hamurları hamuruna katar. Bir gün bir de bakarsınız herkesi ve her şeyi toplamıştır bünyesine… Ama asla onun gerçek bir parçası olamaz kimse… Kalbinde durumlar anlaşılacak gibi değildir…
Kadın, sevdiği erkeğin bir gece koynuna girebilmek için canını verir be… Özgürlüğünü, haklarını, eşitliğini, namusunu, kariyerini, kimliğini gözü görmez ki… Yeter ki aşk olsun…

Ve işte tam da bu yüzden, bizi yine bir erkek kahraman kurtaracak gibi görünüyor…


1 yorum:

  1. “Çıkın sokaklara ve özgürlüğünüzü almadan da sevdiğinizin koynuna girmeyin” diyen bir erkeğin de aşk acısıyla pişmiş, kendine gelmesine neden olan "hayatının darbesini" bir kadından yemiş olabileceğini hiç düşündün mü?

    YanıtlaSil